Türkiye, son dönemde adalet tartışmalarının ön planda olduğu günler yaşıyor. Ülkemizde adalet maalesef en sonda geliyor. Genellikle de çok geç geliyor. Hele ki söz konusu bir kadına taciz iddiasıysa ve faili olarak bir meclis üyesi işaret ediliyorsa. Bu noktada “siyasi sadakat” duvarına çarpıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde duyduğum bir olay “bu kadarına pes" dedirtecek cinsten. İddiaya göre; belediyede çalışan bir kadın, iki meclis üyesinin tacizine uğruyor. Olay büyüyor, belediye başkanına ve ilçe başkanına kadar gidiyor. Bu noktada, gereğini yapılmasını bekliyorsunuz değil mi? Ancak bu sadece beklentide kalıyor.
Hiçbir şey yapılmıyor.
Çünkü meclis üyelerinden birisi, partisinin ilçe başkanı tarafından “kırmızı çizgi” ilan edilmiş. Yani diyor ki; ne yaparsa yapsın, ona dokunamazsınız. Taciz mi? Hadi oradan, o bizim arkadaşımız.
Bu kişiler hala meclis sıralarında oturuyor. Adalet arayan gençleri destekliyor, kadın cinayetlerine karşı sesini yükseltiyor. İroniye bak!
Çünkü bizde ahlak, ihtiyaç duyulunca hatırlanan bir cümle, adalet ise işimize gelince sahip çıkılan bir kavram oldu. Oysa gerçek yüzleşme, en yakınımıza bakmakla başlar.
Tacize sessiz kalan, üstünü örten, “arkadaşını” koruyan herkes, o suçun bir parçasıdır. Ve bir kadının çaresizce yutkunması, bazılarının alkışlarla oturduğu o meclis koltuklarından çok daha güçlüdür.
Bugün görmezden gelinen, yarın herkesin yüzüne çarpacak.
Çünkü suskunluk biter, gerçek mutlaka konuşur.