Kimi insanlar vardır, koltukla karakter arasında sıkışıp kalmışlardır. Ne koltuktan vazgeçebilirler, ne karakterden nasip almışlardır. Sonra bir gün gelir, manşetlere küsmeye başlarlar. Çünkü gerçekleri yazmak, onların alışık olduğu methiye cümlelerinden çok daha keskindir.
Biz geçtiğimiz günlerde bir ilçedeki bazı yapıların ruhsat değil, "torpil" ile yükseldiğini yazdık. Göz yumulmuş karanlıkları, halkın gözü önüne serdik. Beklerdik ki yanıt verilsin, hesap verilsin, yanlışsa düzeltilsin.
Ne oldu peki?
Kamuoyunun beklediği açıklama gelmedi.
Onun yerine, demokrasinin temel taşlarından biri olan basına, ekonomik abluka girişimiyle cevap verildi.
Arka planda, "ilan vermeyin o gazeteye" talimatları geldi.
Bizi susturmaya çalışanların dilinde hala "parti disiplini", "kırmızı çizgi", "etik değerler" gibi süslü laflar var. Ne var ki o çizgiler, bir taciz iddiasının üzerine çekilecek kadar elastik.
Bir siyasi figür çıkıp, “Tacizci benim kırmızı çizgimdir” diyorsa,
O çizgi artık kırmızı değil, kapkara bir lekedir.
Biz ne ilanla yazı yazarız, ne de tehditten korkarız.
Bizim kırmızı çizgimiz, halktır.
Bu gazete sizin kirli çizgilerinizden değil, halkın temiz vicdanından beslenir.
Yazılarımız sizin hoşunuza gitmek için değil, halkın gözünü açmak için var.
Belki bir gün o koltuk gider, ama bu yazılar kalır.
O yüzden tehditlerinizi alın, koltuğun altına koyun.
Şunu da unutmayın;
Zırh sandığınız makamınız pas tutmuş efendiler.
Siz susarak değil, savunarak battınız.